10 Ekim 2017 Salı

Vize krizinin şifreleri

ABD'nin şok bir kararla Türkiye'den vize başvurularını dondurması Ankara için beklenmedik bir gelişme oldu. Karar tam da ABD’de 3 günlük tatil olan Kolomb Günü’ne denk geldi. Hürriyet’e konuşan Türk kaynaklar, “Rahatsızlık dile getiriliyordu, ancak vize rejiminin değişeceğine dair en ufak bir ima yoktu” dedi. Türk tarafı bu kararı 'orantısız' bulurken, Amerikalı yetkililer, ABD vatandaşlarına ve elçilik çalışanlarına yönelik gözaltıların 'ciddi sonuçları olacağını Türk tarafıyla paylaştıklarını' söyledi.

 Uzun zamandır ABD’nin Suriye’de terör örgütü PKK'nın kolları YPG/PYD’ye desteği, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın korumalarına dava krizi ve Ankara’nın Rusya’dan S-400 füze sistemi alma kararı nedeniyle gergin bir zeminde ilerleyen Türk-Amerikan ilişkilerinin kalbine bomba gibi düşen vize restleşmesi kritik bir eşik.
MURAT ALTINDERE
Zira bugüne kadar Türkiye ile yaşanan hiçbir krizde ABD, Türk vatandaşlarını doğrudan hedef alan bir adım atmamıştı. 1974’teki Barış Harekâtı sonrasında bile Türkiye’ye uygulanan vize rejiminde bir değişiklik söz konusu olmamıştı, Ankara’ya yönelik yaptırım silah ambargosu olarak gelmişti. Ankara her ne kadar tıpatıp aynı bir tedbirle karşılık vermiş olsa da ilk temaslarda Washington yönetiminin bir an önce bu kararından dönmesi yönündeki beklentisini dile getirdi. Ancak Ankara’nın ısrarlı sorularına karşın ABD tarafı vize yaptırımının süresine ilişkin hiçbir işaret vermedi.

3 Ekim 2017 Salı

Cihaner'i makamında gözaltına alan savcının tahliyesine tepki

İlhan Cihaner'in avukatı Turgut Kazan "FETÖ ile mücadele konusunda kuşkularımız artıyor" diyerek tahliyeye tepki gösterdi.

 CHP Denizli milletvekili İlhan Cihaner'in Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı olduğu dönemde Ergenekon kumpasında yargılanmasına neden olan ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrası açığa alınarak tutuklanan savcı Rasim K. tahliye edildi. K.'nın tahliyesine, kumpas mağduru Cihaner'in avukatı Turgut Kazan "FETÖ ile mücadele konusunda kuşkularımız artıyor" diye tepki gösterdi.

Samsun Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan ve Trabzon’daki cezaevinde tutuklu bulunan eski savcı Rasim K. 3 gün önce ‘tutuksuz yargılanmak’ üzere serbest bırakıldı. K.’nın tahliye edilmesine ise sert tepki geldi.

TURGUT KAZAN’DAN TEPKİ

Konuyla ilgili Sözcü’den Saygı Öztürk'e konuşan ve tahliye kararını doğrulayan CHP Denizli Milletvekili İlhan Cihaner’in avukatı Turgut Kazan “Ne yazık ki Celal Çelik (Kılıçdaroğlu’nun avukatı) tutuklu, Rasim K. ise serbest. Kararın gerekçesini öğrendikten sonra itiraz edeceğiz. Tahliye kararına ilişkin HSK’ya da başvuracağız” dedi.

“FETÖ İLE MÜCADELEDE KUŞKULARA YOL AÇIYOR”

Kazan sözlerini şöyle sürdürdü “Türkiye’de toplam 4302 hakim ve savcı ihraç edildi. 2 binden fazla hakim ve savcı da tutuklu. İsimleri kumpaslara karışan bazı görevlilerin serbest bırakılması, FETÖ ile mücadele edilmediği gibi kuşkulara yol açıyor”

NE OLMUŞTU?

Erzurum'da dönemin özel yetkili savcısı Osman Şanal, yanında özel yetkili savcılar Mehmet Y. ve Rasim K. ile birlikte 16 Şubat 2010 tarihinde Erzincan'a gitmişti. Şanal ve Y., Başsavcı İlhan Cihaner'in makamında arama yaparken, Rasim K. da Başsavcı Cihaner'in lojmanında aramalarını sürdürmüştü. Başsavcı İlhan Cihaner, Ergenekon ‘terör örgütü üyesi olduğu' iddiası ile bu 3 özel yetkili savcı tarafından gözaltına alınmış daha sonra Erzurum'da çıkarıldığı mahkemece tutuklanmıştı. İlerleyen yıllarda ise Cihaner’in tutuklanmasının da FETÖ kumpası olduğu ortaya çıkmıştı.

26 Eylül 2017 Salı

En çok müvekkil etkileyen (!) 8 avukat türü

Son yıllarda avukat sayısındaki hızlı artış sonrası bazı avukatlar işsiz kalmamak ve müvekkillerini daha çok etkileyebilmek adına sosyal medyayı hunharca kullanmaya başladı. Peki en çok müvekkil etkileyen avukat türleri hangisi? İşte sosyal medyada paylaşılan o 8 avukat türü...

1- Cübbeli fotoğraflarını sosyal medyada hunharca paylaşan.

2- Kiraladıkları süper lüks otomobil (gençler daha çok) ya da sahip olduğu otomobillerini bir şekilde bazen çaktırmadan (ay sehven oldu direksiyon logosu.) bazen ise alenen sosyal medyada paylaşan.

3- Ciks mekanlarda takılırken, Hollywood vari pozlar veren.

4- Süper lüks, modifiye, ağır makyajlı ofislerinde "bomboş" çalışma masalarının önündeki "ay çok çalışıyoruz" temalı fotoğraflar paylaşanlar.

5- Müvekkilin ilk aramasında çıkmayan, hep toplantıda ya da gece bile sorguda olan ceza avukatları..

6- Ben her dosyayı almam, biz dünkü avukat değiliz şeklinde moda giren, sonrasında her dosyayı alıp altındaki çalışanlarına "kızım şuna da bir bakıverin." diyenler.

7- Ben Yargıtay - İstinaf avukatıyım, Ağır ceza avukatıyım şeklinde tanıtanlar...

8- Hakim, savcı, belediye başkanı, siyasi parti lideri tanıdığımız çok, biz çok güçlüyüz imajı çizenler.

18 Eylül 2017 Pazartesi

Danıştay'dan memura 'tayin' müjdesi


MURAT ALTINDERE

Gümüşhane Üniversitesi Sağlık, Kültür ve Spor Daire Başkanlığı bünyesinde memur olarak görev yapan bir kişi, anne ve babasının sağlık özrü sebebiyle Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi emrine tayin edilmek üzere idareden muvafakat verilmesini talep etti. Talep, Gümüşhane Üniversitesinden diğer kamu kurumlarına naklen geçmek isteyen idari personele muvafakat verilmesine ilişkin usul ve esaslarda belirtilen şartları taşımadığı ve hizmetine ihtiyaç duyulduğu gerekçesiyle reddedildi. Memur, işlemin iptali için Trabzon İdare Mahkemesi'ne dava açtı. Trabzon İdare Mahkemesi, davalı idarece kadro ve ihtiyaç durumu ile kamu hizmetinin etkin ve verimli bir şekilde yürütülmesi için gerekli şartlar gözetilerek, davacının kurumlar arası naklen atanmasına muvafakat verilmediği sonucuna vardı. Mahkeme, dava konusu işlemde kamu yararı ve hizmet gerekleri bakımından hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verdi.

Bakıma muhtaç babasının tedavisi için tayin talebi reddedilen davacı memur, kararı temyiz etti. Dava dosyasını yeniden değerlendiren Danıştay 2. Dairesi, emsal bir karara imza attı. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve ilgili yönetmeliklerde memurun sağlık mazeretine dayanarak yer değiştirme talebinde bulunabileceği hatırlatıldı. Danıştay kararında, davacının babası hakkında düzenlenen 7 Ağustos 2009 tarihli Tokat Devlet Hastanesi Baştabipliği Özürlü Sağlık Kurulu Raporu'nda kişinin yüzde 70 oranında özürlü olduğu vurgulandı. Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezi'nin raporunda hastanın nöroloji uzmanı olan herhangi bir yerde bakımının ve takibinin uygun olduğu; ancak, Trabzon İli Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin raporunda ise kişinin başkasının güç ve yardımına ihtiyaç duyduğu kaydedildi.

MURAT ALTINDERE

14 Eylül 2017 Perşembe

Ruhani Alıştırma Olarak Felsefe’ye Örnek: Sokrates Gibi Savunmak


MURAT ALTINDERE

Rivayet odur ki; Sokrates hakkında idama hükmolunduktan sonra, eşi, Sokrates’e “Sen suçsuzsun, yok yere idam ediyorlar seni.” der. Sokrates ise “Suçlu olduğum için idam etselerdi daha mı iyiydi?” karşılığını verir. Hikayeye gerçek muamelesi yapılabilmesini sağlayan herhalde Sokrates’in baldıran zehrini neredeyse seve seve içmesidir. Onu ölüme hazır edenin ne olduğu, idam hükmünü nasıl olup da bu kadar kolay göğüslediği sorularına cevap ruhani bir alıştırma olan felsefenin ölüme hazırlanmak oluşudur. Bunu tanıtma niyetindeyim, zira kişisel gelişim kitaplarındansa antik metinlere başvurmak gibi bir olasılık var.
23. Dünya Felsefe Kongresi’nin teması Philosophy as Inquiry and Way of Life idi. Bunu İngilizce söylememin sebebi snopluğum değil cahilliğim zira inquiry kelimesinin tam olarak nasıl karşılanması gerektiğine karar verebilmiş değilim; kelimenin bir anlamı hakikat arayışı bağlamında sorgulamayı ifade ederken bir diğer anlamı ‘soruşturma’ya denk düşmektedir. Bu anlamda kelimenin birinci anlamıyla felsefeye ikinci anlamıyla hukuka göz kırptığını doğallıkla da hukuk felsefecisinin dikkatini çektiğini söyleyebiliriz. Felsefenin, sadece hakikatin öğrenilmesine yönelik kuru merakı tatmin eden bir etkinlik değil aynı zamanda kişiyi belirli bir yönde dönüştürmeyi hedefleyen ruhani bir alıştırma olduğu iddiası ise temanın ikinci kısmını ihtiva ediyor. Temanın iki yüzünü bir arada ifade etmeyi denersek herhalde şunu söyleyebiliriz: hakikate uygun yaşamanın yolu olarak felsefe.

Bana kalırsa bu, Platon’un düşünüşünün doğal bir sonucudur. Felsefeye Platon’un getirdiği tanım, entelektüel etkinliğin yanında belirli bir yaşayış biçimini de talep eder. Bugün biraz bunlardan bahsederek ruhani alıştırma olarak felsefe başlığına ilgi çekmeyi deneyeceğim.

Genelleyici bir ifadeyle bu temanın Platon’un düşüncesinde iki iz düşümü olduğunu ifade edebiliriz.

1.Söylediğinin/yaptığının hesabını vermek: Platon’un, felsefe tarihine gerekçelendirilmiş doğru kanı olarak geçmiş bilgi tanımının ardındaki mücadelesi.

2. Erdemli bir hayat sürmek: Diyalektik merhale sadece entelektüel bir yolculuk değil aynı zamanda ruhani bir alıştırmadır.

Bu bağlamda ben “Bir avukat neyi temsil eder?” sorusuna felsefenin Platon’ca verilen tanımına referansla cevap vermeyi deneyeceğim. Bundan iki beklentim var. Birisi Platon’u savunmak, ikincisi ise müvekkilini görünüşteki çıkarları kendi inandıkları arasında kalan avukata felsefeden öğüt devşirmek. Buradaki iddiamı da bir cümlede özetleyebilirim: Sokrates aslında kendini değil felsefeyi savunuyordu dolayısıyla da bir filozof olarak yaptığı savunma her ne kadar mahkeme kendisinin idamına hükmetmiş olsa da başarılı olmuştur zira o, yaşantısıyla uyuşan bir savunu yapmış ve bu yolla felsefeyi ölümsüz kılmıştır. Öyle ki öğrencisi Platon’un, öğretisini inşa ederken ki motivasyonlarından birinin bir kez daha bir filozofun toplumca öldürülmemesi olduğunu söylersek hata etmiş olmayız[2].

II

Sokrates’in savunmasından yıllar sonra, bugünlerde, Platon sanık sandalyesinde. İddiaya göre Platon, sadece ve tamamen akılla ele geçirilebilecek çileci idealler uğruna bireyi topluma kurban etmiştir. Birey, hayatına doğrudan ve olumlu bir etkisi olmayan ideallerle kandırılmıştır. Bana kalırsa böyle bir Platon okumasına yol açan, akıl saplantılı, filozof-kraldan çok kralcı modernlerle, batını zahir kılmakta acele edip şehvet lokmasıyla boğulan papaz kalabalığıdır. Uzun bir müddet insanlar filozof-kralın sözlerini onların ağzından dinledi ve böylelikle en iyi yasalar en kötü yöneticilerin elinde bir ölüm fermanına dönüştü: endülüjans[3]. Gelinen noktada anlam dünyamızı zombi ve vampir hikayeleri işgal etmektedir ve gün geçtikçe görünenin ardındaki dünyada rehberlik edecek bir bilgeye duyulan ihtiyaç artmaktadır. Bu ihtiyacı duyumsayanların arasında, anlam ve adalet krizinin ortasında can çekişen avukatların başı çektiğini söyleyebiliriz.

Savunma şayet felsefenin ve adaletin Platon’daki tanımına sadık kalabilirse hem yerini bilmek suretiyle kendisi adil olabilir hem de suçlamaların asılsızlığını ispatlayabilir.

Hekimliğin nişanı, tababetten elde ettiği maddi kazanç vb. bir şey değil insanları sağlığına kavuşturmaktır[4] . Bir kişi maddi kazanç getireni değil de hastayı sağlığına kavuşturan eylemi seçiyorsa ona hekim denir. Bunun gibi avukat da müvekkili ile toplumun veya insanlığın yahut başka bir değerin arasında seçim yapmak zorunda kaldığında kendisine “Bir avukat neyi temsil eder?” sorusunu sormalıdır. Antik Yunan’ın son bilgesi Platon, bunu öğütler.

Platon, Sokrates ile tanışmadan önce Herakleitosçu bir tedrisattan geçmiş, sonrasında her ne kadar Sokrates’in bir nevi katipliği olma misyonunu üstlense de bu tedrisattan tam olarak hiçbir zaman kopmamıştır. Platon’un eserlerinde ateşi ve Güneş’i takip ederseniz, ‘ateş’in başında oturan Herakleitos’u ve yanında tıpkı Symposion’daki davete katılmadan önce, hanenin girişine varmadan dalıp giden Sokrates’i, logosu dinlerken bulabilirsiniz. Her iki şahsiyette sadece avukata değil herkese yalnızca okuyarak değil aynı zamanda ruhani alıştırmalar da yapmak şartıyla ‘iyi’ bir yaşam sürme noktasında örnek olabilirler. Bunun örneğini Sokrates ve Platon arasındaki ilişkide görebiliriz. Sokrates usta, Platon çıraktır: philo-sophia bilgeliğe gönül vermektir ve bilgelik belli kurallara bağlı, eğitimi ve çıraklığı gerektiren yapabilme yetisidir[5]. Bu yeti ruhani alıştırma denen pratiklerle kazanılır. Çileciliğin köküne de burada rastlanabilir; ascetism (çilecilik) Yunanca askesis kelimesinden türemiştir ve söz konusu kelime, içi Hristiyan pratikleri ile boşaltılıp tekrar doldurulmadan evvel bir sanatın teorik bilginin yanında pratik terbiye ile birlikte öğrenilmesi gereğini ifade ederken kullanılırdı[6].

Bilgelik ancak ruhani alıştırmaların neticesinde edinilebilecek ve bu bağlamda bir öznede muhafaza edinilebilecek olduğu içindir ki hem en iyi rejimde hem de en iyi ikincisinde, yasaların yanında onları yorumlayacak, değişen koşullara uyarlayacak filozof-krala ihtiyaç vardır[7]. Aksi mümkün olsaydı Platon akademide filozof yetiştirmek yerine bir sefer için yasaları yazar ve bunları miras bırakırdı. Fakat o ruha tohumlar ekme yolunu seçmiştir[8]. Filozofun sözleri ruha ekilen tohumlardır ve biz o sözlerde Güneş’in izini sürebiliriz.

III

Platon, Güneş’ten Devlet diyalogunda İyi ideasını anlatacağı sırada bahseder. İyinin doğrudan anlatımı mümkün değildir ve o bir benzetmeye başvurur. İyi’yi anlatmak için seçtiği sembol, Güneş’tir. (Devlet’ten güneş atfı). Bir başka diyalogunda, bilme meselesinin tartışıldığı bir paragrafta, yine Güneş’ten bahseder ve ona doğrudan bakanların başına gelenlerden sakınmak adına teoriyi kendine sığınak edindiğini ifade eder[9]. Yani sadece duyumsayarak değil aynı zamanda akıl ederek de varlıkla temasa geçiyor. Akıl etmekten kast edilen burada sıradan bir düşünüş değil sistemli bir akıl yürütme elbette. Bu akıl yürütme, Platon hiç bir zaman böyle bir tamlama kullanmamasına rağmen bugün idealar kuramı olarak biliniyor. Nitekim diyebiliriz ki idealar kuramı açıklama sunabilmek adına kullanılan bir nevi güneş gözlüğü işlevi görüyor. İdea varsayımı açıklama yapabilmek için işe yarasa da bir aşama da başka bir varsayımla desteklenmek zorunda kalıyor: Ruhun ölümsüzlüğü.
MURAT ALTINDERE

Nasıl oluyor da bilebiliyoruz? Duyularımız sayesinde nesnelerle doğrudan temasa geçeriz fakat anlam ile ilk bakışta böyle bir temasımız yoktur. Anlamın dışarıda, gözlemlenebilir olanda, bir karşılığı yok gibi görünür. Platon’a göre insan bu mesafeyi anımsayarak aşar[10]. Anımsama zira bilme kapasitesi sonradan edinilmiş bir şey değildir. Platon’a göre bu deha ateşi[11] insanlara tanrıların bir hediyesidir, diğer bir ifadeyle insanın bu kapasiteye sahip bir varlıktır ve eğitim körü görür kılmak değil bakışları doğru yöne çevirme sanatıdır[12]. Başka bir açıdan ifade edecek olursak insan tamamıyla bilmiyor değildir. Tıpkı duyumsananların var ile yok arasında olması gibi[13] insan da Güneş’ten pay almıştır yani ateşe sahiptir lakin Güneş’in kendisi değildir. O ateş sayesinde Güneş’i bilebilmektedir. İnsanın bu ontolojik pozisyonu aşk ile açıklanır. Platon’a göre Eros bolluğun ve yoksulluğun çocuğudur, bilgelik ve cahillik arasındadır, ömrü boyunca felsefe yapan usta bir büyücüdür; öyle ya bilen neden felsefe yapsın, aynı şekilde bilmeyen şayet hiç bilmiyorsa yani bilmediğini dahi bilemeyecek kadar cahilse kendinde eksik olanı nasıl arasın[14]? Arada olan, önce bir şeyi güzel bulur sonra aynı güzelliği başka şeylerde deneyimler en nihayetinde güzelin kendisini bulur[15]. Ruh, nam-ı diğer ateş, bu aşamalardan geçerek çokluktan Bir’e yol alır[16]. Ne var ki bu ne bir matematik problemi çözer gibi tek seferde ya da bir formülü takip ederek olur ne de sıradan entelektüel bir etkinliktir. Platon’un nerdeyse mistik bir deneyim olarak tarif ettiği bu durum uzun yıllar boyu yapılan ruhani alıştırmaların neticesidir[17].

13 Eylül 2017 Çarşamba

Hastane Enfeksiyonlarının Hukuki Yansımaları

HASTANE ENFEKSİYONUNUN HUKUKİ DEĞERLENDİRİLMESİ

Dünya Tabipler Birliğinin 1992 tarihinde düzenlediği 44. Genel kurulunda “Tıpta Yanlış Uygulama” konusu ele alınmış ve Genel Kurul sonucunda yayımlanan duyuruda tıbbi uygulama hataları “ Hekimin tedavi sırasında denenmiş-standart uygulamayı yapmaması, veya beceri eksikliği veya hastaya tedavi vermemesi sebebiyle oluşan zararlar” olarak nitelenmiştir.
Türk TabiplerBirliği’nin yayınladığı ETİK İLKELER’e göre; bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesi HEKİMLİĞİN KÖTÜ UYGULAMASI - MALPRACTİCE anlamına gelir.”13.
Hastane enfeksiyonları, başka bir hastalıktan şifa bulmak için hastaneye yatan hastada görülen ve hastadan kaynaklanmayan bir hastalık türüdür. Bu durumda kusur ve sorumluluk açısından bakıldığında çoğu kere hastanın kusurunun olmadığı açıktır. Zira hasta, hastaneye yatmasa, zaten bu hastalığa da yakalanmayacaktır.  Bu bir tali hastalık halidir ve bu hastalık sebebiyle meydana gelen zarar da tali bir zarardır. Ancak uygulamada çoğu kere bu hastalık ve oluşturduğu zarar asıl hastalığın ve onun zararlarının dahi önüne geçmekte ve hastalarda organ kaybına, maluliyetlere veya ölüme sebebiyet vermektedir.
“Tedavi dolayısıyla oluşan ikincil zararlar, tedavinin yanlış yapılması değil; tedaviye yönelik işlemlerin, işlemler sırasındaki eylemlerin yanlış ya da ihmalkarca yapılmasından kaynaklanır. Örneğin başarılı bir ameliyat geçiren hastanın, hastane ameliyathanesinde var olan enfeksiyon sebebi ile sepsise girip enfeksiyondan ölme hali dolaylı(ikincil) zarar olarak nitelendirilebilir.
Hukuki yönden bakarsak, tedavi sırasında oluşan ikincil zararların, hastaneye kabul sözleşmesi ya da hekimlik sözleşmesindeki, TIBBİ UYGULAMALARIN ÖZENLİ VE DİKKATLİ ŞEKİLDE GERÇEKLEŞTİRİLMESİ asıl ediminin yanında, yan edim olarak nitelendirebileceğimiz , HASTAYA ZARAR VERMEME ediminin ihlalini oluşturduğu düşünülebilir.
Sonuç itibariyle, hukuk uygulamasında, ceza ve tazminat sorumluluğu bakımından takdiri artırım nedeni sayılabilecek olan tedavi nedeni ile oluşan ikincil zararların önemi; bu zararların önlenmesine yönelik tedbirlerin alınması amacıyla gerçekleştirilecek hasta güvenliği ve kalite  çalışmalarının arttırılmasında yatmaktadır. Zira, Hasta Güvenliği,hastanın sağlık kurumuna girdiği andan itibaren uğrayabileceği her türlü zararın önlenmesini, tedavi amacı ile geldiği kurumda zarara uğramamasını amaçlar”14.


5 Eylül 2017 Salı

İcra Müdürlükleri’nce harç hesaplaması nasıl yapılır?

MURAT ALTINDERE

                  İcra Müdürlükleri,  alacağın tahsilinin devlet eliyle sağlanması için oluşturulmuş kurumlardır. Kesinleşen bir takip alacaklısı, İcra Müdürlüğü’ne talepte bulunarak, borçlunun borcu karşılamaya yetecek miktarda haczi kabil menkul ve gayrimenkullerinin, 3. şahıslardaki hak veya alacaklının, maaşının, bankalardaki mevduatlarının, kira gelirlerinin ve sair haczini, şartları oluşması halinde menkul, gayrimenkullerin satışını isteyebilir. Devlet, icra takibi başlatırken, daha sonra borçlu tarafından ödenmek üzere, alacaklıdan bir kısım harçlar (Başvuru harcı, peşin harç, vekalet harcı ) tahsil eder. 2016 yılı için; Başvuru harcı:  29,20 TL Vekalet harcı: 4,30 TL’dir Peşin harç ise, takip tutarı üzerinden hesaplanır.
                      Takibe konu alacak tutarının %05’i (Binde beş’i daha sonra tahsil harcından mahsup edilmek üzere icra müdürlüğünce takip başlatılırken alacaklıdan alınır. Dosyada kısmen yada tamamen tahsilat yapılması halinde, başlangıçta alınan harçlara ek olarak, icra dosyasının bulunduğu aşamaya göre farklılık gösterecek şekilde ilave harçlar tahsil edilir. (Tahsil harcı, cezaevi harcı gibi) Tahsil harcının yükümlüsü kural olarak borçludur. Tahsil harçları, takip tutarı üzerinden hesaplanır. Bir icra dosyasında icra müdürlüğünce alınabilecek maksimum tahsil harcı miktarı bellidir. Takip masrafları ve işleyecek faiz için tahsil harcı tahakkuk ettirilemez. Örneğin Asıl Alacak miktarı 10.000 TL,  takip öncesi faiz 2.000 TL olmak üzere toplam 12.000 TL alacak icra takibine konulduğunda, dosya alacağı faiz ve masraflarla birlikte 50.000 TL’ye dahi ulaşsa, maksimum 12.000 TL üzerinden tahsil harcı hesaplaması yapılır ve alınır. Bundan sonraki tahsilatlar için tahsil harcı tahakkuk ettirilmez. Hatta, icra takibi başlatılırken ödenen peşin harç (Takip tutarının binde 5’i) bile, tahsil harcındandır. Peşin harç, dosya kapanırken hesaplanacak tahsil harcından düşürülür. Örneğin, yine yukarıda verdiğimiz şekilde bir icra takibinde, icra dosyasına faiz, masraflar ve vekalet ücretiyle birlikte dosya kapak hesabına göre 20.000 TL yatırılması durumunda, İcra Müdürlüğü, takip tutarı olan 12.000 TL üzerinden tahsil harcını hesaplayacak, (dosyada haciz olduğunu fakat satış olmadan borçlunun dosya borcunu yatırdığını varsayalım) 12.000 x 9,10 /100 = 1.092,00 TL tahsil harcı çıkacaktır. Alacaklı tarafça icra dosyasına yatırılan peşin harç (Yani takip tutarı olan 12.000 TL’nin binde 5’i) 12.000 x 5/1000 = 60,00 TL, 1.092,00 TL’den düşüldükten sonra, dosyada 1.032,00 TL tahsil harcı alınacaktır. İcra müdürlüklerince, tahsil harcının yanında, bir de Cezaevi harcı (Cez Evleri Yapı Harcı) da alınmakta olup, bu harcın yükümlüsü alacaklıdır. Cezaevi harcının ise oranı, takip tutarının %2’sidir. Yukarıdaki örneğimizi yineleyecek olursak, takip tutarı 12.000,00 TL olan bir alacağın, faiz, vekalet ücreti ve yargılama giderleriyle birlikte 20.000,00 TL olduğunu, aracına haciz konulan borçlunun, satış öncesi, 20.000,00 TL’yi icra dosyasına yatırdığını varsayacak olursak, İcra Müdürlüğü, bu tutardan; 1.032,00 TL Tahsil harcı, (Takip tutarının %9,10 u – peşin harç) 240,00 TL Cezaevi harcı (Takip tutarının %2’si) olmak üzere 1.272,00 TL’lik kısmını kesecek, bakiye tutarı alacaklıya /vekiline ödeyecektir.
MURAT ALTINDERE